İlkeller ve Medeniler
İlkeller, medeni topraklara girdiklerinde çok canlar yaktılar. Verdikleri fiziksel acılar bir yana, medeni toplumun içinde yaşamaya alışmış ve bundan başka bir yaşam biçimi bilmeyen nazik insanlara, birçok ruhsal travma yaşattılar. Çünkü medeniyet nedir bilmiyorlardı. Onlar bir şeyi istemeyi bile bilmiyorlardı. Tümüyle güçlünün her istediği şeye sahip olabildiği ve bunun gayet doğal bir şey sayıldığı bir kültürden geliyorlardı.
Medeni toprakların nazik insanları, bu azgın kalabalığın aralarına karışmasından oldukça rahatsızdı. Fakat iş bilmez, sorumsuz, belki de bir tür ihanet içindeki yöneticilerin, sözde yüce gönüllülük ve merhamet adına yaptıkları ölçüsüz davet, ardı arkası kesilmez bir istilaya dönüşmek üzereydi. Aklı başında hiçkimsenin buna karşı çıkmaması olası değildi.
İlkeller adeta bastıkları toprağın medenilere ait olduğunu kabullenmiyor, onu kendilerine ait sanıyorlardı. Bu da onlara tıpkı kendi topraklarındaymışçasına rahat hareket etme imkanı veriyordu. Oysa ilkeller ile medeniler arasında pek çok fark vardı. Mesela medeniler kaba güce önem vermezlerdi. Onlara göre kıvrak zeka, kaba güçten çok daha üstün bir özellikti. Yine mesela medenilere göre nezaket, toplumsal uzlaşı ve refahın vazgeçilemez bir şartı iken, ilkeller için pek çok durumda alay edilecek, küçümsenecek ve acizlik olarak görülebilecek kadar değersizdi.
Bu ve benzeri farklılıkları kimi ılımlı medeniler tipik görüş ayrılıkları olarak kabul ederken, pek çoğu onlarla aynı fikirde değildi. Çünkü bahsedilen bazı farklılıklar, medenilerin yaşam kalitelerini açıkça düşürüyor ve birçok açıdan sahip olunan refaha zarar veriyordu. Bunların başında gelen farklılık ise şiddete olan meyildi.
Bir ilkelin şiddete olan meyli, doğup büyüdüğü toprakların ona kabul ettirdiği ahlaki sınırlar içerisinde gayet normaldi. Fakat aynı meyil bir medeninin ahlaki sınırlarını fazlaca aşıyordu. Bu durumda da haliyle bir arada sorunsuz yaşayacağı varsayılan iki farklı toplum arasında birçok sorun çıkıyordu. Üstelik bu sorunlardan rahatsız olan taraf ilkeller değil, medeniler oluyordu. Zira ilkeller her zaman yaptıklarını yaparak, yani şiddeti kullanarak yaşıyor fakat bunun karşılığında kendi rutinlerinde şiddete uzak yaşayan medenilerden, diğer ilkellerden gördükleri caydırıcı karşılığı görmüyorlardı. Bu durum haliyle ilkeller açısından şiddetin çok daha işe yarar kabul edilmesine yol açıyor ve davranış biçimlerinde herhangi bir yumuşama gözlenemiyordu.
Özetle; ilkeller sonradan dahil oldukları toplumun ahlaki ölçülerine göre davranmayıp, alıştıkları ahlaki ölçüleri aralarına yeni karıştıkları medenilere dayatıyor ve işe yaradığını gördükçe de davranış biçimlerinde uzlaşmacı yönde herhangi bir değişiklik yapmıyorlardı.
***
Bu duruma bir örnek vermek gerekirse, daha geçen gün ilkelin biri kendisini reddeden bir kadını sadece bu sebeple öldürmüştü. Polisler ona bunu niçin yaptığını sorduğunda verdiği cevaplar ise çok şaşırtıcıydı. Çünkü bu cevaplar ortaya çıkarıyordu ki söz konusu ilkel, kabullenilmeme durumunu algılayamıyordu. Zira onun kültüründe kadınların herhangi bir seçim hakları yoktu ve ilkel, o güne değin hiçbir kadının karşısına geçip de ona hayır deme ihtimali bulunduğunu düşünmemişti. Onun için önemli olan tek şey kendi istekleriydi.
Fiziksel olarak beğendiği bir kadının yanına gitmiş ve ona sahip olmak istemişti. Bu sahiplik kavramının üzerinde iyice durulması gerekiyor zira bahsedilen ilkel tarafından arzulanan şey tam bir sahiplik durumuydu. Söz konusu durumda arzulayan taraf kendi isteklerinin varlığını tüm aşırılıklarına rağmen gayet doğal kabul ederken, arzulanan tarafı sadece hedef olarak görüyordu. Kısacası kadını kendisi gibi istekleri olabilen bir insan olarak görmüyor ve kafasında bu düşüncenin ne kadar abes olduğuna dair herhangi bir tartışma yaşamıyordu.
Polis sorgusunda tüm bunlar ortaya çıktığında haliyle herkes şaşırmıştı. Fakat polis de dahil hepimizi asıl şaşırtan şey, kimi yurttaşlarımızın bu akıl almaz olayda neredeyse ilkelden yana tavır almaları olmuştu. Nasıl olmuştu böyle bir anlayamamıştık ama olmuştu. Zira bu ılımlı insanlara göre bizim açımızdan yapılan her ne kadar yanlış olsa da, ilkelin dünyaya bakışı açısından düşünürsek ortada bir sorun yoktu. Yani onu suçlamamızı gerektirecek bir şey yoktu. Çünkü bu onun doğalıydı. Hatta sonradan ılık diye adlandırmaya başladığımız bazıları daha da ileri giderek bizi ilkellerle empati yapamadığımız için suçlamaya bile kalkmışlardı.
En tuhafı da neydi biliyor musunuz? Bu ılık dediklerimiz, söz konusu ilkeli ve onun gibileri canhıraş savunurken, onca olanın asıl mağduru olan kendi yurttaşlarının isimlerini öğrenme gereği bile duymamışlardı. İnanın, en acısı buydu. İnsan, kendisinden olana karşı nasıl bu kadar duyarsız kalır ve kendisinden olmayana, tüm sapkınlıklarına rağmen nasıl bu denli bir korumacılıkla yaklaşır? Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyorduk.
Yorumlar
Yorum Gönder