Yaprak
Yaprak yere düşerken, en çok dalı düşünüyordu. Bu ânı zihninin ona sunduğu imkan sınırlarında defalarca tecrübe ettiği halde, yine de olgunlukla karşılayamamıştı. Mahçuptu. Kuvveti tükenmiş ve rastgele bir rüzgar tarafından bildiği tek bağ koparılmıştı. Şüphesiz ki biliyordu sonun böyle olacağını fakat yine de mahçuptu. Ondan ayrılmak, üstelik de böylesine bir savruluşla adeta koparılmak içini yakmıştı. Şimdi yere düşen diğerlerinin arasında, yalnızca bunu düşünüyordu. Dal ona her şeyini vermişti. Yaprağa dair ne varsa, dalın eseriydi. Biraz daha dayanabilseydi belki bir rüzgarı daha atlatabilir ve bu kaçınılmaz vedayı biraz daha uzatabilirdi. Fakat olmadı.
Daldan ayrılan yaprak, yere, diğerlerinin üzerine düştü ve orada beklemeye koyuldu. Bu bekleyiş, muhakkak ki başka bir şekilde devam edeceği hayatına duyduğu merak yüzünden heyecan doluydu. Fakat bir o kadar da varlık sebebi olan dalı hâlâ görüyor olduğu için ıstıraplıydı. Bu yaman çelişki, kaçınılmaz olanı hem acı hem tatlı yaparken, yaprağı da gerilimden coşkuya, sıkıntıdan tutkuya sürükleyip duruyordu. Onun için bu bekleyiş, varlığının bir başka şekilde devamı için gerekli olsa da, dala hissettiği bağlılık yüzünden tereddüt doluydu. Zira o nasıl bir daha asla tam olarak kendisi olamayacaksa, dal da asla aynı kalamayacaktı. Her ne kadar bu değiştirilemez gerçeği kabul ediyor olsa da, üzerine düştüğü ve onunla benzer bir dönüşümü yaşayan binlercesinden farklı olarak, o bu anda hüzünlü bir yan da buluyor ve diğerleri gibi asalaklık derecesinde bir mutlulukla teslimiyet içinde beklemektense, kendisini daldan koparıp savuran rüzgardan da beter bir hissiyat fırtınası içindeki zihinsel çelişkilerle, bizzat kendisi, kalan tüm varlığını rahatsız ediyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder